Special One: Jose Mourinho
Jose Mourinho… “En kötü sezonuna başladı” dediklerinde bile kupalar kaldıran büyük bir dev! “Bu takımla Avrupa’da işi zor” dediklerinde Avrupa’nın en büyüğü olan bir şef! En önemlisi de futbola yön verip, sanki bunu çocukluğundan itibaren yapıyormuş gibi davranan büyük insan!
Şu an bir bar taburesi üstünde, babasının öldüğü yaşta değildir muhtemelen ama bugün O’nun doğum günü. İspanya, İngiltere, İtalya ve Portekiz şampiyonu… 2 Şampiyonlar Ligi, 1 UEFA Kupası, 1 Avrupa Ligi, 1 Konferans Ligi ve daha nice sayısız başarı…
Çoğumuz Onu 2004’te Porto ile Şampiyonlar Ligi’ni kazanıp Chelsea’ye transfer olduğunda tanıdık. Fakat tüm bu başarılar sadece dolar milyarderi bir patronun önüne yıldız transferleri sermesiyle gelmedi elbette. Onu kariyerini şekillendiren ve sayısız tecrübeler kazanmasını sağlayan dönem çok daha önceydi. Kimden mi bahsediyorum? Elbette Jose Mourinho; nam-ı diğer “Özel Biri”.
Jose Mourinho: Asi Çırak
1996 yılında teknik direktör Bobby Robson’ın tercümanı olarak Barcelona’ya gelen Jose Mourinho, burada kaldığı dört yıl boyunca teknik direktörlük kariyerinin temellerini attı. Bobby Robson’ın tercümanlığı ile başlayan antrenörlük kariyeri, kısa zaman içerisinde Louis Van Gaal’in asistanlığı ile devam etti.
Barcelona gibi büyük bir kulüpte, ayrıca iki büyük teknik adamın yanında sayısız tecrübeler elde etti. Görevi sadece söyleneni yapmak olmasına karşın, yetenekleri ve karakteri ile ön plana çıkmayı başardı. Elbette yardımcı antrenörlük döneminde mesleki olarak kendisine çok şey kattı. Fakat Mourinho’nun hedefi çok belliydi; birinci adam olmak.
Bu sebeple Louis Van Gaal ile çalıştığı son sezonda oldukça mutsuz ve bitkin olduğu bilinmektedir. O günleri anlatırken; “Gün boyunca Nou Camp’ta ciddi ve inançlı bir asistandım. Fakat eve geldiğimde bir teknik direktör yardımcısı gibi değil, bir eleştirmen gibi davranıyordum. Sürekli Van Gaal’in eksiklerini düşünüp dururdum.” diyordu.
Mourinho, Barcelona yönetiminin değişmesi ve Louis Van Gaal’in takımı bırakmasıyla net olarak kararını verdi. Böylelikle 2000 yılında Barcelona’dan ayrıldı. Daha önce Portekiz’in köklü kulüplerinde çalışmış olmasına karşın; dört yıllık Barcelona serüveni Jose’ye çok şey kattı.
Burada iki büyük teknik adamla çalışması ona hem saha içi hem de saha dışı birçok tecrübe kazandırdı. Bobby Robson’dan insan ilişkileri ve takım yönetimine dair dersler çıkarırken; Louis Van Gaal’den daha çok antrenman metodolojisi ve teknik detaylar üzerine deneyim elde etti.
Ayrıca Mourinho’nun bir diğer tecrübe kaynağı da Ronaldo, Figo, Rivaldo, Kluivert ve Guardiola gibi yıldız futbolculardı. Genç yaşta bir antrenörken bu gibi yıldız isimlerle çalışma fırsatı yakalayarak kendi teknik direktörlük kariyeri için büyük tecrübe elde etti.
Jose Mourinho antrenörlüğe nasıl adım attı?
Jose, Barcelona’dan ayrılıp Portekiz’e döndüğünde birçok teknik adam ona yardımcı antrenörlük teklif etti. Ancak onun hedefi çok netti ve bu tekliflerin hepsini geri çevirdi. Uzunca bir süre işsiz kaldı. Bu süreç boyunca hem ailesi ile vakit geçirdi hem de teknik direktörlük kariyerinin temellerini attı.
Tatili süresince bulabildiği tüm futbol belgelerini okuyup inceledi ve yüzlerce maç seyretti. Ayrıca futbola dair oyun felsefesi ve antrenman metodolojisini içeren bir dosya hazırladı. Futbol Jose için bir din ise bu dosya da onun İncil’iydi.
Eve Dönüş
Mourinho’nun tatili çok da uzun sürmedi, bir eylül akşamı telefon çaldı. Yakın bir arkadaşı ona, Benfica başkanı Vale e Azevedo’nun kendisi ile görüşmek istediğini söyledi. Jose başlangıçta yine bir yardımcı antrenörlük teklifi alacağını düşünmüş olsa da birkaç saat sonra Azevedo’nun elini sıktığında artık Benfica’nın teknik direktörüydü.
Bu hiç de kötü bir başlangıç sayılamaz. Çünkü 37 yaşındaydı ve Benfica’nın başına geçen en genç ikinci isim olmuştu. Fakat Mourinho bugüne kadar üstünde hep ondan daha yetkili biri olduğu için hiç büyük stres altında çalışmamıştı. Futbola dair hayatın sadece iyi taraflarını biliyordu.
Jose’nin Benfica’daki ilk haftası takımı analiz edip, oyuncuları gözlemleyerek geçti. Benfica uzun süredir kayda değer bir başarı elde edememişti. Ayrıca oyuncu kalitesinin pek de iç açıcı olduğu söylenemez.
Jose Mourinho:
“Ortada bir öbek dikkatsizce seçilmiş oyuncu vardı, kaybetmeye alışmışlardı ve umursamaz davranıyorlardı.”
Elinde çok fazla kaliteli oyuncu bulunmadığı için takımı blok halinde bir bütün olarak kullanmaya karar verdi. Bu süreç zarfında vermesi gereken önemli kararlardan biri de teknik ekip yani yardımcıları hakkındaydı. Bu konuda eşi Tami de ona zaman zaman fikir vererek destek oldu. Fakat kulüp yönetimi ile bazı isimler konusunda ihtilafa düştü. Başkan ve yönetim kurulu ona yardımcı olarak birkaç isim önerdi fakat Mourinho tüm bu isimleri reddetti.
Genellikle antrenmanlardan bir saat önce sahada olur ve hiç geç kalmazdı. Yapılması gereken işleri belirler, görev dağılımını yapar ve teknik ekiple antrenman hakkında istişare ederdi. Sağlık departmanı ile sakatlığı veya problemi olan oyuncular hakkında bilgi alışverişi yapıp ve buna göre antrenman içeriğini revize ediyordu. Louis Van Gaal’den bu konuda çok şey öğrendi, antrenman konusunda hiçbir detayı atlamamaya özen gösteriyordu.
Benfica onu istemedi!
Jose’nin Benfica kariyeri nispeten başarılı sonuçlar almasına ve Benfica’nın oyun olarak gelişim göstermesine rağmen sadece 10 maç sürdü. Benfica yönetim kurulunun değişmesi ile beraber yeni Başkan Vilarinho, Mourinho ile çalışmayacağını deklare etti. Hatta bu süreç içerisinde Jose, yeni yönetimin mobingine maruz kaldı..
Öyle ki Sporting deplasmanı için Lizbon’a gittiklerinde Jose, konaklayacakları otelin değiştiği bilgisi geldi. Bir başka deplasmanda ise takım ikiye bölünüp ayrı ayrı otellerde kaldı. Ayrıca kendisinin onayı olmadan yapılan transferler vardı. Mourinho da bu serüvenin çok uzun soluklu olmayacağına kanaat getirdi. 20 Eylül 2000’de başlayan Benfica dönemi 5 Aralık 2000’de sona erdi.
Jose Mourinho, Benfica dönemini şöyle özetliyor:
“Hiçbir şey kazanmamış olsak da bizi zafere götürecek güce ve beraberliğe sahip bir takım yarattım. Aslında bu beni biraz üzüyordu çünkü bırakmam gereken bir çocuk büyütüyordum.”
Mourinho, Benfica’dan ayrılır ayrılmaz ismi birçok kulüple anılmaya başladı. Bunlardan biri de Benfica’nın ezeli rakiplerinden Sporting Lizbon’du fakat bu söylentiler herhangi bir resmiyet kazanmadı. Atletico Madrid’den gelen teklifi ise reddetmek zorunda kaldı. Çünkü teknik direktörlerin İspanya’da çalışması için kendi ülkesinde en az iki yıl görev alması gerekiyordu. Mourinho bu engeli aşabilmesi gerektiğini anlayınca Portekiz’de kalmaya karar verdi.
Küçük şehrin büyük adamı: Jose Mourinho
Uniao de Leiria yönetimi Mourinho’yu aradığında nisan ayının ortalarıydı. Jose yaklaşık beş aydır işsizdi ve sahada başkalarını izlemek canını sıkmaya başladı. Bu sebeple teklifi hemen kabul etti, hem de Benfica’da aldığı ücretin yarısına. O bu kararı şöyle açıklıyor:
“Bazı Portekizli teknik adamlar, Portekizli küçük takımlarla çalışmak yerine üçüncü dünya ülkesi bile olsa yurtdışında çalışmayı tercih ediyor. Ben hiçbir zaman öyle yapmadım. Önemli olan onurunla çalışmak. Mücadele etmem gerektiğini biliyordum. İlk yapmam gereken de yakın gelecekte küçük bir takımla çalışmak olacaktı.”
Anlaşma sağlanınca Mourinho hemen işe başladı ve kolları sıvadı. Öncelikli hedefi birinci ligde başarı yakalamaktı. Ülkeyi karış karış gezip alt liglerdeki neredeyse tüm maçları izledi.
Ardından Brezilya’da bir ay kalarak burada da oyuncu bulmaya çalıştı. Mevcut sezon bitmek üzereydi ve Jose’nin asıl amacı bir gelecek sezonun takımını kurmaktı. Ağzında bir rambo bıçağı ile ormana dalmış ve büyük bir av peşindeydi.
Hazırlık sezonunda takımın kamp yapabilmesi için şehir dışında sessiz sakin bir yer seçilmişti. Kulüp başkanı, “Takım ormanda koşup ciğerleri açılsın” diye burayı seçtiğini ifade edince Jose araya girdi; “Günde iki antrenman yapacağız ve ikisi de sahada olacak, burada koşu yapmayacağız.”
İstediği oyunu oynattı!
Mourinho, Leira’ya kendi oyun felsefesini kısa sürede benimsetmişti. Büyükmüş gibi oynamayacaklardı, gerçekten büyük olacaklardı. Alt liglerden bulduğu düşük kalibreli oyunculara seviye atlatmış ve Leira gerçekten iyi bir sezon geçirmişti.
Buna rağmen zaman zaman yersiz eleştiriler alıyordu fakat Leira küçük bir yer olduğu için üzerindeki baskı çok yüksek değildi. Hatta şehirde canı istediği gibi, rahatsız edilmeden dolaşıyordu ve buna ilk başlarda şaşırmıştı.
Jose’nin ismi Leira’da gösterdiği performans sebebiyle tekrar Porto ve Benfica gibi büyük kulüplerle anılmaya başladı. Noel civarı Benfica ile bir görüşmesi oldu fakat koşullarda anlaşamadıkları için bu teklifi reddetti. Sorun yine Benfica yönetiminin ona kendi belirledikleri bir yardımcıyı atamak istemesiydi.
Kulüpler genellikle teknik direktörün yanına kendi adamlarını yerleştirmek isterlerdi. Bu takım içerisinden istihbarat alınmasına olanak sağlıyordu ve Jose bunu çok iyi biliyordu. Mourinho kendisi için zor olsa da çabuk bir karar verdi. Hedeflerinden ve kendinden çok emindi ve kariyerinin başında çizdiği yolu değiştirmek istemiyordu. Prensiplerinden ve kararlarından ödün veremezdi.
Ejder Hanesi
2001 yılı aralık ayının sonuna doğru Mourinho, Porto’dan bir telefon aldı. Birkaç hafta süren müzakereler neticesinde ise 23 Ocak 2002’de Jose Mourinho, kariyerine muhteşem bir seviye atlatacak olan Ejderhaların (Porto’nun takma ismi) teknik direktörü oldu.
FC Porto üç yıldır şampiyon olamamıştı ve zor bir dönemden geçiyordu. Mourinho neyle karşı karşıya olduğunun gayet farkındaydı. Fakat bu sefer arkasında duracak olan bir kulüp yönetimi olduğunu hissediyordu. Başarıdan uzak bir takıma sezon ortasında gelmişti ve çok fazla seçeneği yoktu. Kısa zaman içerisinde bir sihirli değneğe ihtiyacı vardı.
Bu dönemin en zor anlarından biri de Benfica maçıydı, her iki takımın da puanları eşitti. Galip gelen taraf şampiyonluk şansını ve Avrupa kupaları umudunu sürdürecekti. Porto geriye düştüğü maçta Benfica’yı 3-2 mağlup etti ve üst üste dört galibiyet kazandı. Önlerindeki aşılması gereken bir başka büyük engel ise Şampiyonlar Ligi’nde karşılaşacakları Real Madrid’di.
Mourinho, o maçı şöyle anlatıyor:
“Maç için taktik şeması çıkartmak üzere asistanlarımla bir araya geldiğimizde çok garip bir şey oldu. Real Madrid’e karşı bir plan hazırlamak için elimize kağıt kalem alıp oturduğumuzda 13 kişilik bir takıma ihtiyacımız olduğunu gördük.”
Jose Mourinho, Porto’nun başında ilk sezonunda hiç de fena olmayan başlangıç yaptı. Ligi üçüncü sırada bitirip UEFA kupasına katılım hakkı elde etti. Porto, bu sırada gelecek sezonun temellerini de atmaya başladı. Daha sonra Porto başkanı Pinto da Costa’nın “Porto’nun en iyi yılı” olarak adlandıracağı 2002/2003 sezonu başlamak üzereydi…
En iyi Sezon (2002/2003)
Jose bu sefer kendinden çok daha emin durumdaydı. Çünkü takım büyük oranda kendi isteğine göre şekillenerek, sezon başı hazırlık dönemi epey iyi geçirmişti. Deneyimli oyuncuların milli takımda olması sebebiyle, bu süre zarfında yeni transferler ve B takımdan oyuncuların eksiklerine odaklanmıştı. Takımdaki birlik ve beraberlik duygusu da üst düzeydeydi. Takım izin günlerinde genellikle birlikte vakit geçiriyor ve tüm kurallara harfiyen uyuyordu.
Jose geleneksel yöntemlerin dışına çıkarak hazırlık sezonunda farklı bir yol izledi. Hazırlık maçlarının her iki devresini de ayrı 11’ler ile oynamıştı. Amacı sadece belirli oyuncu grubunu değil tüm takımı organizasyonun bir parçası yapabilmekti. Bu ayrıca sezon içerisinde yapacağı rotasyon sisteminin de ön hazırlığı gibiydi. FC Porto’nun hazırlık dönemi sakin ve uyumlu bir şekilde düzenli bir çalışmayla sona erdi.
FC Porto, Mourinho’nun ideal takımına çok yaklaşmıştı. Mourinho’nun oyun felsefesini benimsemiş ve birbirlerine çok iyi uyum sağlamışlardı. Takım hızla yükseliyordu ve şubat ayına kadar ligde mağlup olmadılar. Takım kaptanı Jorge Costa, tam bir liderdi. Jose yıllar sonra ondan bahsederken “birlikte çalıştığım en iyi kaptan” diyecekti. Nuno Valente, Deco, Paulo Fereira gibi adanmışlık seviyesi yüksek oyunculara sahipti. Bu durum Jose’nin elini güçlendiriyordu.
Devre arasında takıma katılan yeni oyuncular ile birlikte Porto emin adımlarla hedefine ilerliyordu. Ligde puan farkının açılması Mourinho’nun dikkatini Avrupa Kupalarına vermesine olanak sağladı. Bu süreç içerisinde Jose Mourinho özellikle iç sahada farklı galibiyetler alırken; dış sahada ise yenilmeyen bir takım yaratmıştı. Bu durumun tek istisnası ise UEFA Kupası’nda oynadıkları Panathinaikos maçı oldu. Yunan ekibine iç sahada 1-0 yenilmelerine karşın, deplasmanda muazzam bir geri dönüş yaparak 2-0 kazandılar ve tur atladılar.
Jose’nin istediği ideal Porto
Oynadığı tüm kulvarda yoluna devam Jose, rotasyon sistemini devreye soktu. Dönüşümlü olarak tüm takıma maçlarda forma şansı verdi. Bu tüm ekibin ortak bir amaca hizmet etmesine yol açıyor ve kimse bireysel düşünmüyordu. Ayrıca skoru garanti altına aldıkları bazı maçlarda sadece pas yaparak “topla dinlenme” yapıyordu. Böylelikle takımın fiziksel kapasitesini korumaya çalışıyordu.
Ligin en önemli virajında Porto, Benfica ile deplasmanda karşılaşacaktı. Kaybettikleri taktirde puan farkı azalacak ve Benfica’nın umutları sürecekti. Jose, Luz Stadı’na geldiğinde hem taraftar hem de personel tarafından büyük bir ilgi görmüştü. Ancak sahada aynı şekilde ilgi görmeyeceğini tahmin etmişti. Buna rağmen Porto maçı 1-0 skorla geçti ve şampiyonluk fitilini ezeli rakibinin sahasında ateşledi.
Porto’nun UEFA Kupası yarı finalindeki rakibi Lazio oldu. Bu Jose’nin istediği rakipti. Çünkü Lazio turnuvanın favori takımı konumundaydı. Böyle güçlü bir takımla finalde tarafsız sahada oynayacağına yarı finalde karşılaşmayı tercih ederdi. İç sahada oynadıkları maçta taç atacağı esnada Lazio oyuncusu Castroman’a müdahale ettiği için oyundan atılan Jose rövanş maçında cezalı duruma düşmüş ve daha o zamanlar “özel biri” olduğunun sinyallerini vermişti. Nitekim iç sahada 4-1 kazanan Porto, deplasmanda rakibi ile 0-0 kalarak finale adını yazdırdı.
Bir teknik direktörden fazlası!
19 Mayıs 2003 günü FC Porto UEFA Kupası Finali için Sevilla’da kampa girmişti. Kaldıkları otelde birçok rakip takım taraftarı vardı ve genellikle kamp yapan takımlar bundan rahatsız olurdu. Jose bu durumu lehine çevirdi ve şikayetçi olmak yerine takımın final atmosferine erken girmesini sağladı. Geleneksel teknik adamlar kamp ortamında takımın dış dünya ile bağlantısını kesmek isterlerdi. Jose, bunun gereksiz bir gerginlik yarattığını düşünmekteydi.
Final günü öğle yemeğinden sonra takımı yürüyüş yapması için otelin karşısındaki parka göndermişti. Finalde İskoç ekibi Celtic ile karşılaşan Ejderhalar, uzatmalara giden maçta Derlei’nin bitime beş dakika kala attığı golle rakibini 3-2 mağlup etti ve UEFA Kupasını müzesine götürdü.
Jose Mourinho bu zaferi şöyle anlatıyor:
“Hem çok yorgundum hem de çok mutlu. Ödüllendirilmiştim ve kendimle gurur duyuyordum. Doğru adımlar attığıma karar vermiştim ve yaptığım yatırımın karşılığını almıştım. Kaçırdığım her fırsatın, yapmaktan vazgeçtiklerimin şimdi bir anlamı olmuştu. Sonunda ödüllendirilmiştim.”
Yeni Tur Yeni Şans
2002/2003 sezonu Porto’nun tarihe geçtiği başarılarla dolu bir sezon olmuştu. Fakat Jose Mourinho için bu yeterli olmamıştı elbette. Ona göre geçmişteki başarıları, onlara yeni başarılar için motivasyon vermeliydi. Kısa bir tatilin ardından Jose yeni sezonu planlamaya başlamıştı. Gerçi onun tatilleri de biz sıradan insanlarınki gibi değil, ona özeldi elbette. Eşi Tami’nin anlattığına göre; bir restaurantta yemek yerken aklına birden bir fikir gelir ve bunu peçetelere karalarmış.
Porto 2003/2004 sezonu hazırlıklarına temmuz ayının ortalarında başladı. Jose Mourinho takımdaki rehaveti ve zafer sarhoşluğunu seziyordu. Geçmiş başarıların geleceği olumsuz etkilemesine izin veremezdi. Bu sebeple disiplinsiz tavır sergileyen bazı oyunculara küçük cezalar verdi. Aslında bu cezadan ziyade takıma vermek istediği bir mesajdı.
Ağustos ayında Leira’yı mağlup edip Portekiz Süper Kupası’nı kazandılar. Bundan yaklaşık beş gün sonra ise UEFA Süper Kupası’nda Milan’a kaybettiler. Yine de bu yenilgi lige iyi bir başlangıç yapmalarına engel olmadı. Ejderhalar kaldığı yerden devam ediyor ve Portekiz ligini domine ediyordu.
Ancak aynı başarıyı Şampiyonlar Ligi’nde yakalayabilmeleri biraz zaman aldı. İlk maçta Partizan ile berabere kalıp Real Madrid’e iç sahada mağlup oldular. Ardından gelen üst üste iki Marsilya galibiyeti ise gruptan çıkma umutlarını sürdürdü. İç sahada Partizan’ı devirip son maçta Real Madrid ile berabere kalarak son 16’ya kalmayı başardılar.
Porto’nun son 16 turunda Manchester United’ı elemesi aynı zamanda Jose’nin İngiliz takımlarının radarına girmesine sebep oldu. Liverpool ve Chelsea gibi birkaç kulüp, çeşitli menajerler aracılığı ile Mourinho’yu ablukaya aldı. Fakat Jose bu teklifleri nazik bir şekilde reddetti. Bu esnada Mourinho UEFA tarafından yılın antrenörü ödülünü aldı.
Beklenmeyeni yaptı!
Ejderhalar çeyrek finalde Fransız temsilcisi Olimpik Lyon ile eşleşti. Aslında Jose’nin gönlünden geçen takım Monaco’ydu. O her zaman analitik düşündüğü için, Lyon taraftarını da hesaba katmıştı. Monaco kağıt üzerinde daha zor bir rakip olmasına karşın stat kapasitesi ve taraftar profili neticesinde Porto üzerinde baskı oluşturamayacak bir kulüptü. Nitekim iç sahada 2-0 galip gelip, deplasmanda berabere kalarak yarı finale çıktılar.
Jose Mourinho’nun takımı yarı finalde Deportivo’yu, finalde ise Monaco’yu yenip Şampiyonlar Ligi kupasını müzesine götürdü. Üst üste gelen iki Avrupa zaferi, Jose’ye olan ilginin artmasına sebep oldu. Jorge Mendes aracılığı ile Roman Abramovich ile görüşen Mourinho, gelecek sezon Chelsea teknik direktörü olmayı kabul etti. Bu onun için yeni bir meydan okumaydı.
Jose Mourinho bu kararı şöyle açıklıyor:
“40 yaşında dünyanın en iyi koçu, 50 yaşında ise bir zamanların en iyi teknik direktörü olmak istemiyordum. Eğer işimin kolay olmasını isteseydim Porto’da kalırdım. Güzel mavi bir koltuk, Şampiyonlar Ligi Kupası, Tanrı ve Tanrıdan sonra ben vardım.”
Bugün onun doğum günü! Evet Jose, bugün tam 60 yaşındasın ve hala en iyilerden birisin, iyi ki doğdun özel adam.
Okumaya devam et:
- Yeni nesil Arsenal: Arteta Etkisi
- Manchester hangi renk: “Biraz kızıl biraz mavi”
- Rico Lewis: Pep Guardiola’nın Laboratuvar Ürünü