Kusursuz kadro olur mu?
![](https://www.majorligler.com/wp-content/uploads/2022/10/kusursuz-kadro-nasil-960x640.jpg)
Kusursuz kadro olur mu? Menajerlik oyunu oynayanlar bilir; bir futbol takımı yönetmek kadar zor olan başka bir konu da bir futbol takımı kurmaktır. Mahalle maçlarında topun sahibi olan çocuğun; “aldım verdim” düellosuyla başlayan bu serüven, petrol milyarderi oligarkların futbol endüstrisine girişine kadar uzanmaktadır. Temelinde yatan mantık ise en iyi kadroyu kurup, “oyunu” kazanmaktır.
Kusursuz kadro olur mu?
Bir futbol takımı oluşturmak, aldım verdim düellosundan veya parayı bastırıp dünyanın en pahalı oyuncularını bir araya toplamaktan çok daha fazlasıdır. Bu yazının konusu ise işin maddi boyutlarını bir kenara bırakarak, teknik ve taktik açıdan en iyi kadroyu kurmaya dayanmaktadır.
Elbette en iyi oyuncu veya en iyi kadro hipotezi öznel yorumlara dayalı bir konu fakat benim buradaki referans noktam birçok otoritenin veya futbolseverin ortak paydada buluşabileceği aktörler olan majör kulüpler.
Bu yazıda Barcelona’dan R. Madrid’e, Liverpool’dan M. City’e, Juventus’tan B. Münih’e uzanarak, Batı Avrupa’nın kıta çapında söz sahibi takımlarını inceleyecek ve bu takımların kadro mühendisliğinden yola çıkarak; “rüya takımı nasıl oluşturabiliriz?” bunu anlayamaya ve anlatmaya çalışacağım.
Yukarıda adı geçen takımların, parayı bastırıp en iyi oyuncuları veya teknik direktörleri bünyesine katan takımlardan ayıran bariz bir fark var; kadro mühendisliği. Çünkü bu takımlar sadece kazandıkları kupalar veya yerel liglerini domine ederek değil aynı zamanda oynadıkları oyun ile taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanmıştır.
Her biri ayrı dönemlerde de olsa zirveye çıktıkları yıllara baktığımızda bu takımların kadro yapısı olarak birbirine paralellik gösterdiğini görüyoruz. Özellikle Pep’in yarattığı Barcelona ve City, Mourinho’nun Madrid’i, Jurgen Kloop’un Liverpool’u, Jupp Heynckes’in Bayern’i ve Allegri’nin Juventus’unu ayrı ayrı incelediğimizde bazı ortak noktalar göze çarpıyor.
Bu ortak noktalara değinmeden önce bu takımların oyun kültürüne göz atmakta fayda var. Dünya devlerinin topa sahip olarak domine eden oyunu; genellikle rakip yarı sahada oynamak, bol pozisyona girmek ve rakibe çok az pozisyon vermektir. Topu kaybettiği anda hemen kazanmaya çalışan ve sürekli yüksek tempoda oynamaya alışkın takımlar.
Kendi aralarında oynadıkları maçlarda gidişata göre rolleri değişse de aslında hepsi birer “Total Futbol” takımıdır. Kökeni, farklı teknik adamlara ulaşsa da Johan Cruyff’un mirası olan bu oyun kültürü; karşımıza dünyanın en iyi takımlarını çıkartıyor. Şimdi gelin bu dünyanın en iyi takımları kadrolarını kurarken hangi oyuncuları tercih ediyor ona bakalım.
Kusursuz kadro olur mu?: Libero – Kaleci
Total futbol takımları diğer takımlardan farklı olarak genellikle standart kalecilik meziyetlerine ek olarak topu oyuna sokan, geriden oyun kuran, pas isabet oranı ve teknik kapasitesi yüksek kalecileri tercih ediyor. Bu takımlar, topa rakipten daha fazla sahip oldukları için kaleciyi de bir pas istasyonu olarak görüp, oyun içerisinde +1 sayısal üstünlük sağlamayı amaçlıyorlar.
Genellikle oyunu rakip yarı sahada oynadıklarından, savunma arkasına atılan toplarla kontra atak yememek için kalecilerini, bu topları süpüren bir “libero” rolünde kullanıyorlar. Bu rolün belki de en önemli temsilcisi Manuel Neuer‘dir. Alman kaleci, özellikle orta saha çizgisine kadar çıkıp süpürdüğü toplarla, Panzerlerin efsanevi liberosu Beckenbauer’e selam çakıyor.
İtalyanların yıllandıkça güzelleşen eldiveni Buffon ise bir başka örnek. Yeni jenerasyon kalecilerde ise İngiltere’de sıkı bir rekabete giren Brezilyalı hemşeriler Alisson ve Ederson göze çarpıyor.
Kapı gibi stoper
Kalecilere paralel olarak yine bu takımların stoper tercihlerinde; asli görevlerinin dışında topla ilişkileri güçlü savunma oyuncuları tercih ettiklerini görüyoruz. Sadece fiziğini kullanarak “top geçer adam geçmez” mantığına dayalı savunmacılar artık tarih oluyor.
Elbette bir stoperden beklenti öncelikle güçlü bir savunma anlayışına sahip olması fakat oyunu çift yönlü oynamak artık elzem bir hal alıyor. Bu sebeple genellikle savunmanın merkezinde biri fiziksel olarak güçlü, hava topu hakimiyeti yüksek, kesicilik özellikleri olan, kademe görevi üstlenen, sert bir savunmacı stoper ile diğeri topu oyuna sokan, sezgileri güçlü, fiziksel eksikliğini hamle zamanlaması ile kapatan, daha atletik ve hücum yönü güçlü, iki stoper tercih ediliyor.
Burada Allegri’nin Juventus’u her ne kadar üçlü savunma hattı ile oynasa da bu yapıya benzer bir tandem görüyoruz; Chellini-Barzagli-Bonucci. Yine aynı şekilde Pique&Mascherano, Ramos&Pepe, Dante&Boateng gibi ikililer bahsettiğimiz stoper tandemine uygun bir profil çiziyor.
Hatta Pep Guardiola’nın ilerleyen yıllarda pas frekansını arttırmak için Mascherano gibi teknik kapasitesi yüksek 6 numaraları stopere çektiğine şahit oluyoruz. Bu takımlar, savunma anlayışlarını, rakip atağı önlemekten ziyade topu rakibe vermemeye dayandırıyor. Çünkü total futbolun alameti farikası şu sözden anlaşılıyor; “Top bizde olursa, rakip gol atamaz.”
Bek oyuncularının evrimi
Futbol tarihinin en iyi bek oyuncularını Brezilyalıların yetiştirdiği aşikar. 2000’li yılların başında Cafu ve Carlos, ilerleyen yıllarda ise Dani Alves ve Marcelo ile Brezilya’nın kanat-bek profilinin önünü açtı. Hatta bu profil aslında Pele’li efsanevi dönemin sol beki Nilton Santos’a kadar uzanmaktadır. İşte modern çağın bek oyuncuları da bu profile uygun olarak seçiliyor.
Savunma yönü kadar hücum yönü de güçlü olan oyuna genişlik kazandıran; kanat oyuncularına destek olan, teknik kapasitesi yüksek bek oyuncuları total futbolun olmazsa olmazları arasına giriyor. 1.70 boylarında, minyon tipli, atletik ve süratli olan bu oyuncular, taç çizgisini arşınlamak ile görevlendiriliyor.
Yukarıda ismini verdiğim oyunculara ek olarak, Jordi Alba, Dani Carvajal, Philip Lahm ve varisi Joshua Kimmich; bir diğer Bayernli David Alaba, Juventuslu Asamoah gibi oyuncular bu profilin önemli temsilcileri arasında yer alıyor. Takvimler biraz daha ilerlediği zaman total futbola antitez olarak düşük bütçeli yerel takımların genellikle kale önüne otobüs çektiğine şahit olmaya başlıyoruz.
Bu sebeple bizim bölüm sonu canavarlarımız ise bek oyuncularına farklı roller biçmeye başlıyor ve “sahte bek” kavramının doğuşuna tanıklık ediyoruz. Artık bek oyuncuları sadece çizgiden hücum ederek rakip ceza sahasına orta kesmekle kalmıyor. Merkez orta sahaya girip oyun kurucu bek rolü üstlenmek zorunda. Oyun akışı esnasında bu oyuncuların rolleri sürekli değişmekle beraber; sahte bek/kanat bek ayrımı da bir nebze ortadan kalkmış oluyor.
Örneğin; Liverpool’un sağ beki Trent-Arnold merkezde oyun kurarken, diğer bek Robertson, çizgide oyuna genişlik kazandırıyor. Beş dakika sonra ise bu oyuncuların rolleri değiştiğini görüyoruz. Benzer bir durum Manchester City bekleri Cancelo ve Walker için de geçerli olmaktadır.
Bek oyuncularının daha aktif bir rol üstlenmesi ile birlikte fiziksel özelliklerinde artış gösterdiğini gözlemleriz. Bu oyuncular, rakip kaleye daha yakın rol aldıkları için kanat-bek rolündeki oyunculardan daha çok skora katkısı yapıyor. Biz de bu tarz isimleri sürekli izliyoruz.
Orta Üçlü
Merkez orta sahaya geldiğimizde yolumuz ikiye ayrılıyor. Birinci yola girdiğimizde karşımıza total futbol anlayışına sahip takımlarda daha yaygın olan tek ön liberolu sistem (4-3-3) çıkıyor. Diğer yolda ise çift ön liberolu sistem (4-2-3-1) var. Bu sistemler formasyonel olarak her ne kadar farklı gibi olsa da aslında oyuncu profili olarak aralarında pek bir fark bulunmamaktadır.
Üçlü orta saha sistemi tercih eden teknik adamlar genellikle 6 numara pozisyonunda kesici bir orta saha oyuncusu tercih ediyor. Bu oyuncunun aynı zamanda stoperlerin arasına girerek geriden oyun kuran, birinci ve ikinci bölge arasında bağlantı oluşturacak bir görev üstlenmesi beklenmektedir.
Mücadele gücü ve fiziksel kapasitesi yüksek, aynı zamanda önünde oynayan orta saha ve kanat oyuncularının açıklarını kapatan bir kademe anlayışına sahip olması gerekmektedir. Bu formasyonda 6 numara ile beraber, oyunu çift yönlü oynan dengeli bir 8 numara ile daha yaratıcı ve ofansif yönü daha güçlü fakat görev ve sorumlulukları sınırlı bir 10 numara tercih ediliyor.
8 numaranın ikinci ve üçüncü bölge arasında köprü kurması, savunmadan ve 6 altı numaradan aldığı pasları hücum oyuncularına aktarması, topu pasla veya dripling ile üçüncü bölgeye taşıması gerekirken, 10 numaranın ise üçüncü bölgede yaratıcılığı, hücum oyuncularına pozisyon yaratması ve skora katkısı beklenmektedir.
Bu sistemde ofansif orta saha oyuncusu, klasik 10 numaralardan farklı olarak aynı zamanda ön alan baskısına katılarak savunma rolü de almaktadır. Ayrıca klasik 10 numaralara tanınan serbestliklere nazaran bu tip 10 numaralar daha sınırlı bir görev anlayışı var.
Real Madrid ve Barcelona zirveyi bırakmadı!
Modern futbolda orta saha üçlüsünün (özellikle önde oynayan ikilinin) hücuma katkısı sadece topu kullanarak olmuyor. Bu oyunculardan ceza sahasına topsuz koşu atmaları ve takıma hücumda sayısal üstünlük kazandırmaları da beklenmektedir.
Ayrıca takım savunmasındaki rolleri itibari ile de rakibi kendi ceza sahalarına kadar takip etmeleri ve savunmaları istenmektedir. Bu da özellikle son yıllarda iki ceza sahası arasındaki bölgeye hakim olması beklenen “box to box” orta saha profilini meydana çıkarıyor.
Orta saha dendiğinde akla önce bir sezonda tüm kupaları silip süpüren Barcelona (Busquets-Xavi- Iniesta) gelir. Kralın takımı Real Madrid ise bu orta alana Casemiro-Kroos-Modric üçlüsüyle cevap verdi. Real Madrid, bu tandemi kurana kadar El Classico’ların hakimi genellikle Barcelona’ydı. Ancak Casemiro-Kroos-Modric üçlüsüyle birlikte rüzgar biraz tersine döndü.
Burada Toni Kroos’un Madrid’e transfer olmadan önce Jupp Heynckes’in Bayern’inde de orta üçlünün vazgeçilmezi olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Aynı dönem Juventus ise Pirlo-Marchisio-Pogba üçlüsü ile İtalya’da hakimiyetini korumaya devam ediyor. Majör teknik adamlar Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden İngiltere’ye göç ettiğinde ise Total Futbol’un adres değiştirdiğini görüyoruz.
Pep Guardiola Manchester City’de, Jurgen Klopp ise Liverpool’da Premier Lig’i şekillendirmeye başlıyor. Bu iki hocanın rekabetine ise ara ara Mourinho, Conte, Emery gibi hocalar çomak sokmaya çalışıyor.
Guardiola, City kariyerinin ilk döneminde ağırlıklı olarak Fernandinho-De Bruyne-David Silva üçlüsüne yer verirken, ilerleyen yıllarda Rodri-De Bruyne-Bernardo Silva üçlüsü ile oyuncu profilini çok fazla değiştirmediğine şahit oluyoruz.
Ayrıca usta teknik adam De Bruyne ve İlkay Gündoğan’ı dönüşümlü olarak sahte 9 rolünde oynatarak ikisinden de verim almayı başarıyor. Liverpool’da ise Klopp; Henderson-Wijnaldum-Lallana ile başlayan serüvenine Fabinho-Henderson-Thiago üçlüsü ile devam ediyor.
İstisnaların kaideyi bozmaması ile birlikte total futbol anlayışına sahip takımların orta üçlüde benzer profilde oyunculara yer verdiğine veya zamanla bu profile dönüşüm gösterdiğine tanıklık ediyoruz.
Kusursuz kadro olur mu?: Üç Silahşörler
Büyük takımların belki de en önemli farkı burada oluşturduğuna dikkat çekmek de fayda var. Sezonda rakip filelere ortalama 100 gol bırakan bu oyuncular tabiri caizse futbolseverleri hayrete düşürüyor.
Yine rotamızın başlangıcını İspanya’ya çevirecek olursak; Barça’nın Pedro-David Villa-Messi forvet hattına Real Madrid dışında rakip direnemiyordu. Real Madrid, 2009 yılında C.Ronaldo-Benzema-Di Maria üçlüsüyle Barça’ya karşılık verdiğini görüyoruz.
İlerleyen yıllarda ise bu silahşörler yerini Neymar-Suarez-Messi ve Ronaldo-Benzema-Bale rekabetine bırakıyor. Bayern ise Ribery-Lewandowski-Robben hattı ile oluşturduğu ileri üçlü sayesinde Almanya’da hegemonya sağlıyor.
Rota İngiltere’ye döndüğünde ise; M. City’nin uzun yıllar Sterling-Aguero-Mahrez, Liverpool’un ise Mane-Firmino-Salah üçlüsü ile sıkı bir rekabete girdiğini görüyoruz. Kıtanın en elit hücumcuları Premier Lig sahnesine toplandığı ve kalanları da La Liga süpürmüştü. Bu nedenle majör takımların birçoğu hücum hattında istikrarı sağlamakta güçlük çekiyor.
Chelsea, Antonio Conte ile şampiyonluk yaşarken ileri üçlüsünü Hazard-Costa-Pedro/Willian hattı oluşturuyordu. Tottenham ise uzun yıllar; Son-Kane-Moura hattı ile Premier Lig’de boy göstermesine rağmen ŞL finali haricinde zirveye çıkamadı.
Gelelim tüm bu saydığımız oyuncu ve takımların nasıl bir yapı oluşturduğuna. Öncelikle klasikleşmiş pivot santrafor rolünün çok tercih edilmediğini görüyoruz. Hücum hattının merkezinde topu üçüncü bölgede tutan, orta alana girip pas opsiyonu yaratan ayaklar; kenar oyuncularına alan açan, ceza sahası aksiyonları ile sınırlı kalmayan bir forvet oyuncusu tercih ediliyor.
Baskı yapan hücumcu!
Sahte 9 profilinin bitiriciliği kadar pas ve iade kalitesinin de yüksek olması beklenmektedir. Savunma anlamında ise 9 numaralardan özellikle; rakip stoperlere baskı yapıp topu kazanan veya hataya zorlayan bir rol üstlenmesi istenmektedir.
İleri üçlünün sağında ve solunda ise klasik kanat veya açık oyuncularından farklı olarak; biri kenar forvet rolünde açık alan oyuncusu olan, süratli ve atletik yapılar istenmektedir. Diğer yandan dar alanda becerikli, yaratıcı, oyun kurabilen orta saha profilli bir oyuncu tercih ediliyor.
Teknik adamların skor üretmek adına genellikle kanatlarda ters ayaklı oyunculara yer verdiğini görüyoruz. Bu sayede oyuncular topu ayağına aldığı zaman topla içe kat ederek rakip kaleye yönelmiş oluyor. Arkasından bindiren bek oyuncusuna alan açıyor.
Kusursuz kadro olur mu?: Altın-Ordu
Konuyu özetleyecek olursak rüya takımlar; savunmada süpürücü kaleci, ayağı iyi stoperler, atletik ve ofansif yönü güçlü bek oyuncularına ihtiyaç duymaktadır. Ortada; kesici 6 numara ile oyunu çift yönlü oynayan iki merkez orta saha gücüne güç katıyor. Hücumda; topla mesafe kat edip rakip eksilten kenar oyuncuları ve sahte 9 numarayla altın ordularını oluşturmaktadır.
Bu takımlar, hem bireysel oyuncu kaliteleri ile hem de takım halinde oynadıkları kollektif futbolla; taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanarak gözümüzün pasını siliyor. Birkaç istisnası haricinde oyunun efendisi olan bu dominasyon takımların; benzer yapıda kadrolara sahip olup, aynı profil oyuncuları tercih ettiklerini görüyoruz.
Okumaya devam et:
- Odysseas Vlachodimos: Futbol Kariyeri ve Hayatı
- Genç Yetenekler #3: Ayberk Kaygısız
- Liverpool’un tükenmişlik sendromu: “Neler oluyor bize?”