Arjantin’in Futbol Kültürü: Kirli Yüzlü Melekler
Arjantin’in Futbol Kültürü nedir? El Pibe, La Nuestra, Diego Maradona, Dünya Kupası ve futbola olan istek… Tüm bunlar birleştiğinde ortaya bir ülkenin benimsediği futbol anlayışı, adlandırdığı bir futbol kültürü çıkıyor.
Lionel Messi futbola, futbol da 10’a olan borcunu ödedi ve büyüyü bozarak, Arjantin dünya şampiyonu oldu. Tüm futbol severler turnuva boyunca Arjantin’in takım halinde elde edeceği bir başarıdan çok Messi’nin yapacağı son tangoyu bekler gibiydi ve öyle de oldu. Muazzam bir kariyer, tarihin en büyük kupasıyla harmanlandı ve birçoklarına göre “konu kapandı.”
Bu yazı, Messi’nin gölgesinde son dünya şampiyonu olan Arjantin’in futbol kültürüne ışık tutmak amacıyla yazıldı. Ana hatları ile İngiliz spor yazarı Jonathan Wilson’ın “Kirli Yüzlü Melekler” adlı kitabını referans aldığımız bu yazıda, tanrının elinden şeytanın ayağına uzanan bir futbol ekolünü anlatıyoruz, herkese keyifli okumalar.
Arjantin’in Futbol Kültürü: La Nuestra
Her coğrafya kendine özgü bir futbol kültürüne hakimdir. Futbolun evi olan İngiltere de “vur ve koş” oyunu vardır. Batı Avrupa’da kollektif oyuna dayalı total futbol, İtalya’da takım savunmasına yönelik Cattenacio… Okyanusun diğer tarafında ise estetiğe ve bireysel beceriye dayalı iki kültür ağır basar; Brezilya’nın “Gingası” ve Arjantin’in “La Nuestra’sı”.
La Nuestra terim olarak “bizimki, bizim oyun” anlamına gelir. Ve Arjantin’in estetiğe dayalı, keyif veren oyun anlayışını betimlemek için kullanılır. Özellikle Cesar Luis Menotti ile özdeşleşen bu oyun felsefesi yapı olarak Avrupa ekolü olan total futbola çok yakındır.
Buradaki en önemli ayrım, total futbol takım halinde oynanan kollektif bir uyuma dayalı iken, La Nuestra başrolünde yaratıcı bir oyun kurucunun olduğu ve tüm takımın bu yaratıcıya göre şekil aldığı bir oyun anlayışı benimser.
Her iki oyun felsefesinin de ortak noktası; estetiğe dayalı keyif veren, seyir zevki yüksek bir anlayışı tercih etmesidir. Ve oyuncu profili olarak da teknik kapasitesi iyi, oyun zekâsı yüksek, becerikli oyuncuları tercih etmesidir.
El Pibe
Futbol her ne kadar, seyirlik açıdan batı Avrupa ekolünün hâkim olduğu bir oyun olsa da “en büyük kim?” tartışmasına konu olan dört oyuncudan üçü Güney Amerika kökenlidir; Pele, Maradona ve Messi… Tarihin gördüğü en büyük oyunculardan ikisinin Arjantinli olup, hatta birbirlerinin prototipiymişçesine benzerlik göstermesi, bu oyunculara duyduğumuz hayranlığın yanı sıra, beraberinde büyük bir şaşkınlık da getiriyor.
Ayrıca bu oyuncu profili, Arjantin halkına göre Tanrı’nın onlara sunduğu bir lütuf gibi görülüyor. Kim bilir, belki de Diego Maradona’nın 1986 çeyrek finalinde attığı o ünlü gol, mecazen değil de gerçekten “tanrının elidir.” Tanrı, diktatörlerin hakimiyetinde sefalet ile mücadele edip, darbeler ve iç savaşların gölgesinde karanlık bir geçmişe sahip olan Arjantin halkına el vermiş ve onların arasına birkaç dünya yıldızı futbolcu serpiştirmiş olamaz mı? Olabilir…
İlhamını 1938 yapımı bir sinema filminden alan, “los angelos con caras sucias” (Kirli Yüzlü Melekler) da Arjantin’in yitirilmiş o büyük tarihinin teknik, ustalık ve keyif almaya dayanan oyunun en önemli temsilcileri oldu. Kısa boylu, tıknaz, top hakimiyeti ve oyun zekası yüksek oyuncuların oynadığı ve oynattığı bu estetiğe dayalı oyun; zamanla Arjantin futbolunun ulusal kimliği haline geldi.
Arjantin halkı da bu kimliği kişileştirmek için, bu profile sahip oyunculara “çocuk” anlamına gelen “el pibe” lakabını taktı. Hiç kuşkusuz bu oyuncu profilinin en önemli temsilcileri Maradona ve Messi olsa da Arjantin futbolu Omar Sivori, Mario Kempes, Juan Roman Riquelme, Javier Saviola, Ortega, Carlos Tevez, Aguero, Paulo Dybala gibi daha birçok “pibe” yetiştirdi. Genellikle Arjantin’in kenar mahalleleri olan “potreroslardan” gelip bir ulusun umudu olan bu çocukların çoğu, klasik 10 numaranın en büyük ilhamı oldu.
Futbol, onların kimliği oldu!
Belki başka bir coğrafyada doğmuş olsalar, alanında uzman futbol otoriteleri tarafından “fiziği yetersiz, kuvvetsiz” deyip henüz altyapıdayken takımdan gönderilecek olan bu oyuncular, doğru ellerde doğru şekilde işlenip dünyanın en önemli oyuncuları haline geldi.
Her ne kadar futbol fiziğe dayalı bir mücadele oyunu da olsa ve zaman zaman savunmaya ve güce dayalı pragmatik bir oyun anlayışı futbola hakim olsa bile; meşin yuvarlak, kendisine büyük bir hassasiyetle yaklaşıp bir sanatçının ruhuyla şekil veren top ustalarına asla ihanet etmedi. Güce, fiziğe ve mücadeleye dayalı yapısı ile futbolun evi olan İngiltere’ye karşın; oyunu şekillendiren coğrafya, genellikle Batı Avrupa ve Güney Amerika oldu.
Üstün top hakimiyetleri, yaratıcı oyun zekaları ve aralarındaki muazzam uyum sayesinde Güney Amerikalı oyuncular oyunun elçileri oldu. Brezilya ve Arjantin arasındaki en büyük fark ise; Tangocuların estetiğe dayalı oyun anlayışını büyük bir adanmışlık ve disiplin ile harmanlamasıydı.
Faveladan gelen yeni jenerasyon Brezilyalıların yetenek ve atletizm açısından pibelerden daha üstün olmasına karşın; kişisel problemleri ve zayıf disiplin anlayışları sebebiyle Pele’li 1970 ve Ronaldo’lu 2002 jenerasyonlarının uzağında kalması belki de bundandır.
Ah şu İngiliz oyunu!
Futbol Arjantin’e, tüm coğrafyalarda olduğu gibi İngilizlerin vasıtasıyla geldi. Tıpkı İngiltere’de olduğu gibi oyunun yaygınlaşması, genç erkeklerin yoğun olduğu okullarda ve fabrikalarda artmaya başladı. İngiliz aristokratların imkanlarıyla para akışı oldu, kurallar kondu, lig organizasyonu başladı. İlerleyen zaman içerisinde kısa boylu, koca kafalı ve sol ayaklı birkaç küçük çocuğun sazı eline alması ile birlikte Arjantin’in futbol kültürü oluştu.
Pragmatizmin hakim olduğu güce ve tempoya dayalı oyun anlayışı o dönem; “La Maquina” (Makine) olarak bilinen River Plate, Velez Sarsfield gibi takımların ligde başarılı olmasını sağladı. Osvaldo Zubeldia’nın Arjantin futboluna kazandırdığı antrenman metotları ile teknik ve taktik anlayış gelişim gösterdi. Ardından gelen Menotti “güzel oyun” felsefesini benimseyen romantik öğretisi ile 1978’de Arjantin’i dünya şampiyonu yaptı. Carlos Bilardo’nun anti-futbola dönüş çabaları ile Arjantin halkı Menottismo-Bilardismo çatışmasının ortasında kaldı.
Arjantin’in Futbol Kültürü: Güzel Oyun
“El Pibe” kavramının ortaya çıkışı 1930’lara kadar gitmektedir. Ancak mükemmel pibe, bundan yaklaşık otuz sene sonra 1962’de Buenos Aires’te dünyaya geldi; Diego Maradona. Kısa boylu, dalgalı saçlı, bodur bir çocuktu, kalan hayatında boyundan büyük işler başaracaktı. Kulüp kariyeri beklenenin uzağında kalsa da Arjantin milli takımı ile 1986’da dünya şampiyonu olması; O’nu Pele’den sonra dünya futbolunun zirvesine çıkan ikinci oyuncu yaptı.
Arjantin’in ikonik futbol figürlerinden biri olmamasına karşın, Arjantin futboluna büyük hizmet etmiş bir isim vardı; Jose Pekerman. 1994’te genç milli takımlar teknik direktörlüğüne getirilen Pekerman, 1995-2007 yılları arasında gençler kategorisinde tam beş kez dünya şampiyonu oldu. Fakat bundan daha da önemlisi 2000’li yıllar boyunca Arjantin Milli Takımı’nı taşıyan iskeleti kurmasıydı. Bu iskeletin en önemli parçaları olan Garay, Zabaleta, Saviola, Aguero, Messi, Di Maria gibi oyunculardı. Zirveye çıkmadan önce Pekerman’ın tedrisatından geçmişlerdi.
2002 Dünya Kupası’nda gruptan çıkamayan Arjantin, yeni bir pibenin eksikliğini çekiyordu. Ortega, Riquelme gibi üst düzey oyunculara sahip olsalar da orkestrayı yönetecek bir maestroya ihtiyaçları vardı. O maestro tarihin en iyi pibesi olarak ilk kez 2006’da sahneye çıktı, adı Messi’ydi.
Peygamberin Dönüşü
“Dünyanın en iyi oyuncusu, dünyanın en iyi takımında olunca yapabileceğiniz pek bir şey kalmıyor.” demişti Alex Ferguson. 2011 Şampiyonlar Ligi Finali’nde Barcelona’ya kaybettiği maçın ardından verdiği röportajda Messi’nin büyüklüğüne dikkat çekiyordu. Bunu sıradan biri söylese elbette kişisel bir görüşten fazlası olmazdı fakat bahsi geçen adam, C. Ronaldo’nun yıllarca teknik direktörlüğünü yapmış bir isimdi. Sözlerini dikkate almak gerekiyordu.
Lionel Messi, Barça’daki o muazzam kariyerine karşın beklenen performansı milli takımda bir türlü gösteremedi. Bundan ötürü Barcelona’da yaptığı işler genellikle Xavi-Iniesta ikilisine bağlanmıştı. Arjantin ile 2010’da Almanya karşısında paramparça oldular, 2014’te yine panzerlere finalde kaybettiler.
2018’de ise son 16 turunda Fransa’ya mağlup oldular. Bu üç turnuvada da dönemin en iyi takımlarıyla gruplarda veya eleme turlarında karşılaşmaları şanssızlıkları oldu. Örneğin 2018’de grupta 3-0 mağlup oldukları Hırvatistan ve son 16’da elendikleri Fransa birlikte final oynadı.
Messi’nin milli takım hüsranı sadece dünya kupası ile sınırlı olmadı. Copa America’da 2011’de Uruguay’a, 2016’da finalde Şili’ye, 2019’da yarı finalde Brezilya’ya kaybettiler. Tüm bu süreçte Arjantin’in en büyük dezavanatajı; muazzam bir hücum gücüne sahip olmalarına karşın savunma ve kale konusunda aynı kaliteye sahip olmamalarıydı.
Ayrıca görev alan teknik adamlar ve seçilen oyuncular büyük bir tartışma konusuydu. 2019’da Brezilya’ya elenmesinin ardından Lionel Messi milli takımı bırakma kararı aldı. Milli takımın başında, yardımcı antrenörlükten öteye geçmemiş ve pek tecrübesi bulunmayan Lionel Scaloni vardı ve varlığı yüksek sesle sorgulanıyordu. Tüm bu kaosun içerisinde futbolun peygamberi sahaya geri döndü ve milli takım ile son dansı başladı.
Son Tango: Lionel Messi
Yıllar sonra 2021’de Copa America’yı kazanan Arjantin, 2022 Dünya Kupası’na hiç olmadığı kadar favori konumda geldi. Grubun ilk maçında Suudi Arabistan karşısında büyük bir şok yaşayıp 2-1 mağlup oldular. Mağlup duruma düştükten sonra gösterdikleri (gösteremedikleri) reaksiyon turnuvadaki geleceklerine dair soru işaretlerine yol açtı.
Sonraki iki maçta gelen Meksika ve Polonya galibiyetleri ile gruptan çıkmayı başardılar fakat özellikle Meksika maçındaki performansları “turnuvanın favorisi” söyleminden epey uzaktı.
Gruptan çıktıktan sonra rüzgar epey tersine döndü. Özellikle çeyrek finalde Hollanda’ya karşı bariz oyun üstünlüğüne rağmen turu ancak penaltılarda geçtiler. Yarı finalde ise son dünya kupası finalisti Hırvatistan’ı rahat bir şekilde geçip, finalde Fransa’nın rakibi oldular.
Buraya kadarki süreçte Arjantin’in en büyük defosu oyunun son bölümünü kontrol edememesiydi. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi hem Scaloni hem de kadronun tecrübesizliğiydi.
Fransa, son dünya şampiyonu ve özellikle kadrodaki derinlik açısından tam bir bölüm sonu canavarıydı. 2018’de Arjantin’i eleyip şampiyon olmuşlar ve birçok sakat oyuncusuna rağmen 2022’de de finale kalmayı başarmışlardı.
Final maçı beklenenin çok uzağında başladı ve 70 dakika boyunca Arjantin oyunu domine etti. Sahanın en iyisi bir gol atıp bir de penaltı alan Angel Di Maria oldu. Scaloni’nin Di Maria’yı oyundan alıp Acuna’yı sol kanada çekmesi ile Arjantin ritim kaybetti.
Böylelikle ibre Fransa’ya dönmeye başladı. Maçın son bölümünde şapkadan tavşan çıkaran Mbappe, Fransa’nın umutlarını uzatmalara taşıdı. Hikaye ve seyir zevki açısından tarihin belki de en iyi dünya kupası finaline sahne olan bu maç, uzatma bölümlerinde Messi-Mbappe düellosuna dönüştü.
Muazzam final penaltılarla Arjantin’in olurken, Messi finalde hem de turnuva genelinde gösterdiği performans ile “en iyi kim” tartışmalarına son noktayı koydu ve konu kapandı. Diego Maradona’dan, Lionel Messi’ye ve gelecek nesillere Arjantin’in Futbol Kültürü aktarılmaya devam ediyor!
Okumaya devam et:
- Julian Alvarez: Örümcek Adam
- Futbolda Yarım Kalanlar: Sergio Kun Agüero
- Brezilyalı Pele hayata gözlerini yumdu!