Celtic ve Filistin
Celtic ve Filistin dostluğu uzun yıllar öncesine dayanıyor. Stadyuma alınmadılar, iftiraya uğradılar ve tutuklandılar. Yine de yılmadılar. İskoç devi Celtic taraftarları, neden tüm bu baskıya rağmen Filistin davasına destek vermekten vazgeçmiyor?
Celtic ve Filistin dostluğunun tarihsel kökeni nedir?
Celtic’in Filistin davasına duyduğu ilgi, kulübün kurucu köklerinin ve taraftarlarının Filistin halkıyla benzer kaderi paylaşmasından geliyor. Celtic, bilindiği üzere yüzyıllar boyu İngiliz zulmü altında yaşayıp Glasgow’a yerleşmek zorunda kalan İrlanda göçmenlerinin kulübüdür.
Celtic’i Filistin davasını sahiplendirmeye iten tecrübeler acılıdır: İrlanda adasında 12. yüzyıldan beri hakimiyet kuran, 17. yüzyıldan itibaren ise tam olarak koloni kurmaya başlayan İngilizler, adanın Kelt kökenli İrlanda yerlilerine yönelik asırlar süren bir zulme girişmiştir.
Bu kolonileşme, başta İrlanda’nın klan önderlerini sürgüne gönderip Katolik İrlanda nüfusunun arazilerine el koymakla gerçekleşmiştir. Özellikle Ulster bölgesinde el konulan araziler, Britanya adasından getirilen Protestan İngiliz soylu yerleşimcilere verilmiştir.
Katolik İrlandalıların zorla Protestan yapılmaya çalışması, sonu gelmeyen kıtlıklar ve isyanlar; Katoliklerin mülk edinmesinin, dini eğitim almasının ve oy vermesinin yasaklanmasıyla sonuçlandı ve adadaki mülklerin neredeyse tamamı “sadık yerleşimcilerin” eline geçti.
İrlanda arazileri, 19. yüzyıla gelindiğinde sadık arazi lordlarının aracılara, aracıların da mülksüz çiftçiye kiralamasıyla bölük pörçük bir yapıdaydı. Bu sistem sonucunda toprakları gitgide daralan İrlandalı çiftçiler besine erişemez oldu. Verimli İrlanda açlık çekiyordu.
Onlar da en verimli seçenek patatese yöneldi. Ancak hepsi buydu. Kira ödemekle yükümlülerdi ve şöyle tarif edilmişlerdi: “İrlandalı köylü ailesinin sessizce katlanmak zorunda kaldıkları yoksunlukları tarif etmek imkansızdır. Çoğu zaman tek yiyecekleri patates, tek içecek sudur. Evleri onları nadiren hava şartlarından korur. Bir yatak ya da bir battaniye nadir bulunan bir lüksken, domuzları ve gübre yığını onların tek mal varlığıdır.”
Gerçekten de İrlanda çiftçilerinin öğünleri, süt ve patates lapasından ibaret gibiydi. Günde kilolarca patates yerlerdi. Özetle, arazi lordlarından geniş topraklar alan aracılar; bu toprakları küçük parçalara bölüp küçük kiralık arazisinde kendisini ve ailesini doyuracak tek seçenek olan patates yetiştiren milyonlarca yoksul Katolik İrlandalı çiftçiye kiralıyordu. Çiftçilerden kira toplanmaktaydı.
İngiliz halkı neden İrlanda’ya yardım etmedi?
1844’te, Amerika kıtasından gelen bir patates mantarı hastalığı Avrupa’ya yayılmaya başladı. Bu hastalık, patateste yanıklığa sebep oluyor ve mahsulün tüketimini imkansız hale sokuyordu. Bu hastalığın nüfusunun çoğunluğu patatese bağımlı İrlanda’ya yayılması da uzun sürmedi.
Sadece tarladaki değil, ambardaki patatesin bile hastalık nedeniyle tüketiminin imkansız hale gelmesiyle o yıllarda ailece günde 5 kilo patates tüketen 3 milyon İrlandalı çiftçinin temel besin kaynağı yok oluvermişti. Açlıktan ölmeler, şiddet olayları ve salgınlar başlıyordu.
İngiliz yardımına muhtaç İrlanda halkı aradığını bulamadı. Üstelik oldukça acımasız bir muameleye maruz kaldı. Arazi lordları, kirasını ödeyemeyen çiftçileri evlerinden attırıp bir daha evlerine giremesinler diye çatıları yaktırdı. İngilizler hiçbir yardım göndermiyordu.
Bu durum, bir rahip tarafından şöyle anlatılacaktı: “Aç ve çıplak çocuklar çığlıklarla evden uzaklaşırken, anne eşikte ıstırapla kıvranırken, kalbi kırık baba dizlerinin üzerinde yalvarırken, evin çatısı ateşe verildi. Bu gariplerin bir hendekte yok olmaktan başka ne çaresi var?”
Bu sırada İngiliz liberalleri iktidara gelerek yaygara olarak nitelediği İrlanda kıtlığını hafifletmeye yönelik mısır yardımlarını kesmiş, serbest piyasa esasınca İrlanda açlık çekerken çiftliklerindeki ürünler ihraç edilmişti. Küçük çiftçinin bu ürünlere erişmeye gücü yetmiyordu.
Yeşil çayırların içinde milyonlarca insan kıtlığa mecbur kaldı. Kıtlığın etkileri 1853’te tamamen geçene kadar 775 bin ila iki milyon İrlandalı çiftçi; kıtlık, anarşi ve salgın hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmişti. İrlanda, bugün dahi kıtlık öncesi nüfusuna ulaşamamıştır.
Ölenlerin yanında, 2 milyon Katolik İrlandalı İskoçya, İngiltere, Kanada, ABD ve Avustralya’ya göç ederek kaçmıştı. Bu göçmenlerin; Liverpool, Manchester, Glasgow gibi sanayi kentlerinde ucuz işgücü sağlaması; kıtlığa İngilizlerin bile bile yol verdiği inancına sebep olmuştu.
Glasgow’a göç eden İrlandalı göçmenler için durum herkesten daha zordu. Glasgow 19. yüzyılda cehenneme dönüşmüştü. Avrupa’nın en kötü konut sistemine ve en yoğun nüfus oranına sahip olan şehirde, tek bir odayı 2-3 işçi ailesi paylaşırdı. Birçok yere kanalizasyon ve su ulaşmamıştı.
Celtic, ne zaman ve nasıl kuruldu?
Gelen Katolik göçmenler ise ya en düşük ücretli işçi ya da işsizdi. Şehrin en kötü bölgelerinde kalıyordu. Durumları İrlanda’dakinden bile beterdi, çoğu sokaklarda yatıyor, kıtlık çekiyor ve ölüyordu. Glasgow yerlilerinin kalanına kıyasla refah seviyeleri çok düşüktü.
İşin aslı, Glasgow bir insanlık dramına sahne oluyordu bu süreçte. Çarpıcı bir örnek olarak; 1888’de Glasgow’daki kayıtlı ölümlerin yarısı beş yaşın altındaki neredeyse tamamı İrlanda göçmeni olan Katolik çocuklardan oluşuyordu. Sefalet seviyesi, aklın hayalin ötesindeydi.
Öte yandan Glasgow halkı, gelenlere karşı hiç iyi davranmıyordu. Kent, Protestan Presbiteryenlerin kalesiydi. Bu grup, yoğun Katolik karşıtlığıyla bilinirdi. Öyle ki, İrlandalılar gelmeden önce kentteki Anti-Katolik dernek sayısı Katolik kişi sayısından fazlaydı.
İrlandalı Katolikler sevilmiyordu. Kendisi de kıtlıkta İrlanda’dan kaçıp İskoçya’ya gelen Kardeş Walfrid adlı bir rahip, her gün onlarca can alan bu sefaletin korkunç gerçekliği karşısında kimsenin yardım etmediği Katolik çocukların ihtiyacını karşılamak için kolları sıvadı.
Kardeş Walfrid, bu çabaları sonunda “Fakir Çocukların Yemek Masası” adlı bir hayır kurumu kurdu. Yine de, Katoliklerden bağış toplanması için cazibe gerekiyordu. Zira kimsenin durumu iyi değildi. Bağışın toplanmasının yolu, onlara gurur verici bir kimlik yaratmaktan geçiyordu. Futbol, bağış için iyi bir araçtı…
Bunun üzerine 6 Kasım 1887’de Calton, Doğu Glasgow’da Aziz Mary kilisesinde “Çocukların ve garibanların masasına bir somun ekmek koyabilmek için bir futbol kulübü kurulacaktır.” sözleriyle o kulüp kuruldu. Maç gelirleri fakir Katoliklere aş demekti.
Celtic ve Filistin dostluğu nasıl başladı?
O günden itibaren kentte nüfusu yüzde 30’u bulan İrlanda Katoliklerinden çok ciddi bir destek çeken Celtic yalnızca yükseldi. Kimliği, tamamen kuruluş değerleri ekseninde gelişmişti ve bu da kulübü dindar Katolik bir zeminin ötesinde sol bir siyasi pozisyona çekecekti zamanla.
Bu benzerlikler bir kenara, Celtic taraftarınca İrlanda’nın kaderinin Filistin’in kaderiyle bağdaştırılmasının önemli eşikleri oldu. İlki, Filistin topraklarındaki İsrail oluşumu sürecinin İngiliz eliyle tasarlanmasının İrlandalılar arasında yarattığı rahatsızlıktı.
Arthur Balfour, 1917’de İsrail’in temelini atan sözü vermesinden yaklaşık 20 sene önce İrlanda görevindeydi. Bu sırada, İrlanda’nın özerklik kampanyasına karşı mücadelesiyle tanınır olmuştu. Öyle ki, polise İrlandalı protestoculara ateş emri veren ve nefretle anılan bir figürdü.
Bunun da ötesinde, İrlanda’nın yirmilerin başındaki bağımsızlık savaşına sivil halka karşı yaptığı katliamlarla damga vuran Black & Tans adlı İngiliz polis kuvveti, İrlanda görevinin ardından İsrail inşa edilirken çıkacak isyanları bastırmak için Filistin’in yolunu tutmuştu.
İrlandalılar için İsrail’in inşa edilmesi, 300 sene önce Kuzey İrlanda’nın ellerinden çıkmasına sebep olacak İngiliz dostu bir Ulster kolonisinin inşasına çok benzemekteydi. Dışarıdan gelen yerleşimciler, İngilizlerin desteğiyle toprakları ele geçirerek yeni bir ülke kuruyordu.
Bağımsızlık ülküsüne kısmen erişen İrlanda halkı için benzerlikler zaman geçtikçe belirginleşiyordu. Özellikle Siyonist çetelerin İsrail’in İngiliz eliyle yaratılma sürecinde Filistin halkına yönelik katliamlarından sonra. İrlanda da Protestan çetelerin vahşetini tecrübe etmişti.
60’ların sonunda ise Kuzey İrlanda ısındı. İrlandalı Katolik nüfusun yıllardır ayrımcılığa uğramasının ardından Katolikler kazan kaldıracaktı. Paramiliter Protestan grupların sokağa inmesiyle ülkenin mezhepsel bir iç karışıklığa sürüklenmesi an meselesiydi .
30 yıllık kaos hali, ancak Kuzey İrlanda’ya yeni bir statü tanıyan antlaşma ile çözülecekti. Aynı yıllarda Filistin davasının FKÖ önderliğinde solda yer edinmesiyle İrlandalı eylemciler ile Filistin bir kez daha yakınlaşacaktı.
İrlandalı Celtic, Filistin’in yanında! Peki ya Katolik Celtic?
İsrail’in o yıllarda BM barış gücü için Filistin’de bulunan İrlanda askerlerini öldürmesiyle ise İrlanda, safını seçmişti artık. Sadece halk nezdinde değil, devlet politikası olarak da İrlanda; tüm Batı dünyasındaki en Filistin yanlısı ve İsrail karşıtı politikayı sürdürecekti.
Aynı zamanda Celtic için de bir dönüm noktasıydı. İrlandalı Celtic, Filistin davasının yanında duracaktı. Peki ya Katolik Celtic? İngiliz Anglikanları veya İskoç Presbiteryenlerinin arası İsraille, ileride kendilerinden en büyük Hristiyan Siyonistleri çıkaracak kadar iyiydi.
Bu, Reformun ve Protestan mezhebinin mimarı Martin Luther’den beri şekillenen bir gelenekti. Başta Protestanlar tarafından Yahudilerin Hristiyan olarak manevi kurtuluşa ulaşacağı inancı, yerini onların İsrail’i yeniden kurarak kurtuluşa ulaşacağı inancına bırakmıştı zira.
Ne var ki Celtic bir Katolik kulübüydü. Katoliklerin ise Yahudilikle arası hiçbir zaman Protestanlar kadar iyi olmamıştı. Bu nedenle İsrail devletine karşı adanın kalan tüm yerlerindeki nüfusa kıyasla zaten belli ölçüde daha olumsuz bir tutumda olduklarını söylemek zor olmaz.
Celtic taraftar grubu Green Brigade (Yeşil Tugay)
Yine de milenyumun gelişiyle, Celtic’in Katolik-İrlandalı değerlerinin yanı sıra solcu damarı da ağır basmaya başladı. Bunda kulübün ünlü taraftar grubu Yeşil Tugay’ın (Green Brigade) kuruluşunun büyük payı olduğu açıktı. Onlar, inatçı Filistin taraftarlarıydı.
Celtic’in geleneksel sayılacak taraftar kültürüne ultras kültürünü dahil etmeleriyle başta garipsendiler ama Yeşil Tugay ses getiren çeşitli eylemleriyle hızla büyüdü. Diğer tüm Celtic taraftarlarından destekçi topladı. Bunların başında meşhur koreografileri geliyordu.
Celtic Park’ta kendilerine özel bir yer ayrılmıştı. Fakat Yeşil Tugay sık sık inatçı politik duruşuyla kulüp yönetimiyle ters düştü. Özellikle savaşta ölen Birleşik Krallık askerlerinin anıldığı gelincik gününde açtıkları pankartla büyük ün kazandılar.
Pankartta Britanya askerleri için: “Irak’ta, Afganistan’da, İrlanda’da yaptıklarınız cehennemdeki şeytanları dahi utandıracaktır.” yazıyordu. Kulüp yönetimi doğal olarak bu meselelere girmek istemezdi. Yeşil Tugay üyelerinin stadyum yasağı almasından öte tutuklanması alışılmadık değildi.
Özellikle bu durum, tam da konumuz olan Filistin meselesinde açığa çıkacaktı. Celtic taraftarı, 2016’da Celtic’in Hapoel Beer Sheva ile oynadığı Avrupa maçında İsrailli rakibini Filistin bayraklarıyla karşıladı. Bu işin başı Yeşil Tugay’dı.
Celtic tribünlerinde Filistin bayrağı açılması yabancı bir durum değildir. Yeşil Tugay dışındaki taraftarların da uzun zamandır gerçekleştirdiği bir eylemdir. Celtic kulübü, Filistin bayrağı gösterisinin ardından UEFA tarafından para cezası aldı.
UEFA’ya Green Brigade tepkisi ve Aida Celtic’in kuruluşu!
Bunun üzerine Yeşil Tugay, cezanın verildiği meblanın 20 katı kadar kadar para topladı. Beytüllahim’deki Filistin kuruluşlarına ve Aida mültecine kampına bağışladı. Üstüne, Aida mülteci kampındaki Filistinlilere yönelik Aida Celtic adında bir futbol akademisinin temellerini attı.
Celtic taraftarları, 7 Ekim 2023’e kadar düzenli biçimde Filistin’e dayanışma amaçlı ziyaretler gerçekleştirdi. Maçlarda Filistin bayrağı açtı. 7 ekim günü ise Kilmarnock maçına çıkan Celtic taraftarı, olayları duyar duymaz Filistin bayraklarını kapıp geldi.
Batı medyası bu olaya adeta ateş püskürürken Celtic taraftarı, baskılara rağmen düzenli şekilde lig maçlarına Filistin bayrağı ile geldi. Bu sırada solcu olduğu bilinen bir diğer kulüp olan St. Pauli, soykırıma rağmen yaşanan vahşetin kökenini anti-semitizme yormayı seçmişti.
Celtic taraftarlarına cevap olarak Rangers ve Heart of Midlothian’ın bazı taraftarları Celtic maçlarında İsrail bayrağı açtı. Ancak Celtic’in sesi daha gür çıkıyordu. Şampiyonlar Ligi’nde Atletico Madrid maçında olanlar ise hiçbir futbolseverin ömrü boyunca unutmayacağı cinstendi.
Futbolun evrensel gücü, Celtic ve Filistin arasında güçlü bir bağ yarattı…
Batı medeniyeti, İsrail saflarında tek ses olmuş ve aksi görüşleri sindiriyordu. Celtic Park’ın her yanının Filistin bayrakları ile dolup taşması, Filistin için “You’ll Never Walk Alone” marşının söylenmesi şok etkisi yarattı. Bu, cesur bir eylemdi ve bir bedeli olacaktı.
Yasağın ardından oynanan Atletico Madrid deplasmanında Yeşil Tugay’ın yokluğu ve ağır ceza nedeniyle Filistin bayraklarının gözükmeyeceğini düşünenler vardı. Ancak Celtic, hem Yeşil Tugay üyelerine hem de direnişe destek için yine bayraklarla sahne aldı.
Birkaç ay sonra Yeşil Tugay’ın Celtic Park’a giriş yasağı kalktı. Yeşil Tugay, ilk maçında Filistin bayraklarıyla belirdi. Bugün dahi Şampiyonlar Ligi’nde hem de Dortmund deplasmanında Filistin ve Lübnan bayraklarıyla sahne aldılar. Celtic taraftarının yıldırılamayacağı açıktı. Nasıl yıldırabilirlerdi ki?
Celtic, kıtlıktan doğan bir kulüptü. Kalplerinin Filistin ile atması, sol değerlerin sergisiyle ün kazanıp medya baskısı sonucu davadan tek tek çekilen kulüplerin aksine ideolojik bir konumdan daha fazlasıydı. Ortak bir tecrübeye dayalıydı.
Celtic tribünlerinde, kıtlık sırasında ailesini doyurmak için mısır çalan bir adamın alıkonulduktan sonra eşine yazdığı mektup günümüzde hala söylenmektedir:
“Hürsen gerisinin önemi yoktur Mary. Kıtlığa, krallığa isyan ettim ve ezildim. Artık evladımı namuslu yetiştirme görevi sana aittir.”
Okumaya devam et:
- Rangers’ın mezhepçiliği nereden geliyor?
- You’ll Never Walk Alone şarkısını hangi takım söylüyor?
- Suudi Arabistan Ligi, Şampiyonlar Ligi’ne katılacak mı?
- Jimmy Jones: Futbol asla sadece futbol değildir!