Lorenzo Pellegrini: “Roma… Roma’dır!”
Roma, Lorenzo Pellegrini için ne ifade ediyor?
Doktorlar kalbimde ters giden bir şey olduğunu fark ettiklerinde 16 yaşındaydım. Her temmuz Roma akademisinde yaptığımız gibi tıbbi kontrollerimizi yapıyorduk. Bunun bir saat kadar süreceğini sonra da sahaya geri döneceğini düşünürsün. Gençtik, hepimiz enerjik ve sağlıklı.
Bu kez garip bir şey olmasından korktum. Birkaç haftadır çok çabuk yoruluyordum. Birkaç merdiven çıkıp nefes nefese kalıyordum. Bu hiç normal değildi. Üç saat doktorların ofisinde kaldım. Bana çok fazla düzensiz kalp atışım olduğunu söylediler.
Hepimizde zaman zaman olur, ama benimki normalden 20 kat fazlaydı. Bir çeşit ritim bozukluğum olduğu ortaya çıktı. Doktora ne yapabileceğimi sorduğumda 6-8 ay futbol oynayamayacağımı sonra ne olacak göreceğimizi söyledi.
Yani koşmak yok, antrenman yok, futbol yok.. Roma yok.. Bu çok zordu. Tek bir şey dışında yapabileceğim bir şey yoktu: Kalp atışlarımı dinlemek. Kelimenin tam anlamıyla bunu yapıyordum. Önümüzdeki birkaç ay düzensiz atışların sıklığını hissetmeye çalıştım.
Yatağıma oturur her şeyin sessiz olduğundan emin olur sonra da kalp atışlarımı sayardım. Kendi kendimin doktoru oldum. Her gün kendime check-up yapıyordum. Bekleyerek, umut ederek ve dua ederek 4 ay geçirdim.
Bir şekilde düzensiz atışlar kayboldu. Bir gün gitmişlerdi. Aynen böyle oldu. Doktorlar en az 2 ay daha dinlenmem gerektiğini söylediği için bunu beklemiyordum. Çıldırmış mıydım? Sanmıyorum, çünkü kalp atışlarımı yakından tanıyordum. Bunu söyleyebilirim. Tanıyordum.
Diğer gün yeniden dinledim. Ritim bozukluğu yok. Üçüncü gün. Hala yok. Everest’e tırmanmış gibi hissetmeden merdiven tırmanabiliyordum. Dördüncü gün, anne ve babamı arayıp check-up istediğimi söyledim.
Doktora gittik. Bana “İyisin” dediler. Dr. Pellegrini ile aynı teşhis. Hayatımda duyduğum en iyi cümleydi. İlk antrenmanda çok motiveydim. Sonsuza kadar koşabilirdim. Sadece mücadele etmek ve koşmak istiyordum.
İlk maçında yeniden sakatlık yaşadı!
Gerçekten, küçük bir ülkeyi tek başıma işgal edebilirdim. Acı bitmişti. Geri dönmüştüm! İlk maçımda ne oldu? Beşinci metatarsal kemiğimi kırdım. Altı hafta yoktum! İnanılmaz.. Dürüst olmak gerekirse bununla başa çıkmak ritim bozukluğundan daha kolaydı.
Her neyse, bu dört ay bana bazı harika şeyler verdi. Eşim ve iki çocuğumun annesi Veronica ile tanıştım. Ve yapmak istediğimin bu olduğuna her zamankinden daha fazla ikna oldum. Her zaman çok özverili olmuştum.
Çocukken bana oyuncak bir araba verdiklerinde yere koyup tekmelerdim. Roma genç takımındayken haftada üç maç oynardım. Ama şimdi her günün her dakikasını futbolcu olarak geçirmeye kararlıydım. Lorenzo Pellegrini, Roma’nın çocuğuydu…
Daha çok zorlayabilir daha fazlasını verebilirdim. Hayatın futbolsuz neye benzediğini çok iyi biliyordum. Bunun yanında Roma için oynuyordum. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Cinecitta’da büyümüş bir çocuk için bunun ne kadar büyük bir şey olduğunun farkında mısınız?
Bu bir iş, hobi ya da kariyer değil. Benim için Roma’da oynamak her şey. Beş yaşındayken babamla Stadio Olimpico’ya gidiyordum. Orada ne zaman tuvalete gitmem gerekse diğer taraftarlar ile tartışır ve kavga ederdim. Totti’yi izledim.
Fabio Capello ile gelen şampiyonluğun parçalarını gördüm. Kramponlarımı ilk giydiğimde, Stadio Olimpico’da taraftarların önünde oynamayı hayal ediyordum. Sekiz yaşındayken bir gün, babam beni izlemesi için Roma’nın scout gönderdiğini söyledi.
Şaka yaptığını düşündüm ama sonra benden denemeye gelmemi istediler. Diğer herkesten bir yaş küçük olmama rağmen onların en genç takımıyla antrenman yaptım. Trigoria’daki sahalar yenilendiğinden, antrenmanlar Logarina’da yapıldı.
Oraya gitmem bir saat sürerdi. Okuldan sonra biraz yemek yer ve arabada üstümü değiştirirdim. Oraya vardığımızda dışarı fırlar ve sahaya koşardım. Olimpico dışında şimdiye kadar görülen en iyi oyuncu girişiydi. Her gün her şeyimi verirdim.
Roma’ya ilk davet…
Her gün posta kutusunu bir mektup alma umuduyla kontrol ederdim. Roma çocuklara kabul edilip edilmediğini söylemek için mektup gönderirdi. Bir temmuz günü benim mektubum geldi. Babam açmamı söyledi. İçeriği biliyor muydu?
Tabii ki.. Ama ben bilmiyordum ve ne dediğini gördüğümde… Açıklaması çok zor. Hayatım, benim başrol olduğum ve tüm çılgın hayallerimin gerçekleştiği bir filme dönüştüğü gündü. Tabii ki çıkacağım yolculuk hakkında bir fikrim yoktu.
O zamandan beri, Roma formasını giyer giymez öğrendim ki, kendinizden daha büyük bir şey temsil ediyorsunuz. Özellikle A takıma çıktığınızda. Benim için yol yavaş ve istikrarlıydı, çünkü A takım idmanları genç takıma yakındı ve bir A takım oyuncusu sakatlandığı zaman, antrenörler genç takımdan bir oyuncu seçiyordu. Birkaç kez bu bendim. Sahaya çıkarsınız ve orta yuvarlağın etrafında yürürsünüz.
Sonra Mart 2015’te, Manchester City ile Latina’da (İtalya) Gençlik Ligi çeyrek finali oynadık. Bu maçı iyi hatırlamamın iki nedeni var: Birincisi gol atmıştım ve kazanmıştık, ikincisi sonradan Rudi Garcia’nın orada olduğunu ve yakında A takım için hazır olmam gerektiği ile ilgili şeyler duydum.
Birkaç gün sonra sıradaki A takım maçı için telefon aldım. Cesena deplasmanıydı. Maç günü, otelde hazırlanıyorduk. Rudi, otelden ayrılmadan önce odalarımıza uğrayıp son talimatları verirdi. Savunmacılara rakip forvetleri nasıl savunacaklarını, orta sahalara oyunu nasıl yöneteceklerini, forvetlere nereye koşacaklarını ya da bunun gibi şeyler. Gençlere, “Hazır olun. Asla bilemezsiniz…” derdi.
Lorenzo Pellegrini: “İlk maç, ilk heyecan!”
O çok zekiydi. Oynama ihtimalimizin çok düşük olduğunu bilsek bile, bizi hep hazır tutmak isterdi. Ama Cesena maçından önce bana farklı bir şey söyledi: Hazır ol, çünkü o gün bugün.. Ve tek söylediği buydu.
Hemen gerildim. Gergin ve heyecanlı. Omuzlarımda ağırlığı hissedebiliyordum. Bu Roma’ydı, Gerçek Roma. Artık takıma yardım edebilirdim ve olan da buydu. İkinci yarının başlarında Rudi bana ısınmamı söyledi.
Bu arada, çocukluğumdan beri aradığım ve ömür boyu arkadaş olacak olan Daniele De Rossi’nin golüyle 1-0 öndeydik. Her neyse, bu bizim için önemsiz bir hazırlık maçı değildi çünkü son beş lig maçımızdan hiçbirini kazanmamıştık.
Üç puana ihtiyacımız vardı. Yine de nedense gergin değildim. Devam etmek için çağrıldığımda, aklım otomatik pilota geçti. Üzerini değiştir, dizliklerini giy, oraya koş. İlk kez Roma oyuncusu olarak sahaya çıktım.
Bunu anlatabilmemin tek yolu, o 23 dakikada 10 yılı yeniden yaşadım. Aniden babamla Olimpico’daki tribünlere geri döndüm. Hafta sonunun üçüncü oyununu oynuyordum. Yatağımda oturmuş kalp atışımı kontrol ediyordum.
Ailemin beni Via di Trigoria’ya götürürken dinliyordum ve şakayla karışık, “Bu yoldan kaç kez geçtik?” Çok kez.. Bir Roma oyuncusu olma hayaliyle kramponlarımı bağladım. Şimdi o meşhur formanın içinde koşuşturuyordum. Ne güzel değil mi?
Rudi’ye bana şans verdiği için hala çok minnettarım. Aramızda her zaman çok fazla minnettarlık ve saygı vardı ve bugün hala harika bir ilişkimiz var. Ama o zaman, A takım için düzenli olarak oynamaya henüz hazır olmadığım doğru.
2015 yılında 19 yaşındayken Sassuolo’ya iki yıllığına kiralık gittim. İlk defa evden uzakta yaşıyordum. Geri döndüğümde, sadece çok daha olgun değildim. Ayrıca Roma’nın büyüklüğüne göre yaşamak için bu sorumluluğu hissettim.
Lorenzo Pellegrini: “Roma’nın benden istekleri vardı…”
Kulüp, şehir, tarih… sizden çok şey talep ediyor. Hayatını buna göre düzenlemelisin. Belirli bir davranışa, belirli bir tutuma ihtiyacınız var. Ve eğer buna sahip değilseniz, güle güle. Bu kulüpteki en gururlu anlarımdan biri 2017-18 sezonu Şampiyonlar Ligi süreciydi.
Başlangıçta özel bir şey yapabileceğimizi hissetmiştik çünkü Atletico Madrid, Chelsea ve Qarabağ’ın olduğu grubu lider tamamlamıştık. Bu hisse sahiptik. Çeyrek finalde Barcelona’ya deplasmanda 4-1 yenilsek bile inancımızı koruduk.
Dürüst olalım, dört gol yemeyi hak etmedik. Onlara iki gol hediye ettik ve diğer ikisi de şans golüydü. Ama Edin teselli golü gibi görünen bir gol attığında, bir can simidi verilmiş gibi hissettik. 4-0? Ölmüş olurduk. 4-1? Hala savaşıyorduk.
Gelecek hafta başımıza ne geldi bilmiyorum ama Roma’da rövanş maçına çıkmak üzereyken bunu başaracağımızı biliyorduk. Biliyorduk, abartmıyorum. Sonucunu bile biliyorduk. Hepimiz 3-0 kazanacağımızı ve deplasmanda golü ile turu alacağımızı söylüyorduk.
Hala bunu düşünecek kadar aptal olduğumuzu düşünüyorum. Barça! Hala Messi’leri vardı. Çok güçlüydüler. Ama yemin ederim, o sabah kahvaltı masasında konuştuğunuz herhangi biri size sonucun ne olacağını söylerdi. Roma 3-0 Barça.
Nedenini açıklamak imkansız. İmkansız. Gün mükemmel görünüyordu. Havada bir şey vardı, bir tür Roma büyüsü. Gerçekti. Hepimiz hissedebiliyorduk, herkes. Aslında biri dışında. Manolas! İnanılmaz…
Lorenzo Pellegrini: “Barcelona’yı geçeceğimizi biliyorduk! “
O hep böyleydi! Bu inanç duygusuna kapıldık ve o etrafta dolaşıp herkese bizim sonumuz olduğunu söylüyordu. Belki de yaptığı bir tür ters psikolojiydi, bilmiyorum. Her neyse, işe yaradı çünkü sonra ne olduğunu hepimiz biliyoruz.
Edin altıncı dakikada ilk golü attı ve Daniele 2-0 yaptığında tüm Olimpico havalandı. O noktada kesinlikle geçeceğimizi biliyorduk. Aklımdaki tek soru üçüncüyü kimin atacağıydı. Peki, sekiz dakika kala bir köşede kim belirir? Kim kahraman olur? Manolas!
Oyundan hatırladığım hemen hemen bu detaylar. Gerisi bulanık. Maçtan sonra ne olduysa, daha da fazlası. Hepsi bulanık. Ama bence hepimiz Romalı olarak bir arada olduğumuzda her şeyin mümkün olduğunu gösterdi.
Totti ve Rossi’nin izindeyim…
Buna yaklaşan tek an Aralık 2019’da oldu. San Siro’da Inter’e karşıydı ve Roma’nın kaptanı olarak ilk maçımdı. Dürüstçe söyleyebilirim ki sahada hiç bu kadar gururlu olmamıştım. Kulübün ve şehrin efsaneleri Francesco ve Daniele’nin izinden yürüyordum.
Yine şimdi de, ne zaman kaptanlık bandını taksam, Olimpico’nun merdivenlerini çıksam ve hayranlarımızdan gelen o ses duvarı ile karşılaşsam, kendime bunun gerçek olup olmadığını sormam gerekiyor. Aniden uyanacağım diye korkuyorum.
Şu anda kazanan bir zihniyet yaratmak için çok çalışıyoruz çünkü Jose Mourinho her zaman bunun en güçlü yönlerimizden biri olması gerektiğini söylüyor. Elbette bir gecede olmuyor ama doğru yolda olduğumuza gerçekten inanıyorum.
Bence kilit nokta, hem sakin hem de sorumlu olmamız gerektiğidir: Sahada zor olan şeyleri denemeye cüret etme anlamında sakin ve Roma’nın galip gelmesi için mümkün olan her şeyi yapma anlamında sorumlu olma.
Bu süreçte büyük bir rolüm olduğunu biliyorum. Francesco’nun eskiden nasıl oynadığı hakkında çok düşünüyorum. O asla bu kadar konuşmak zorunda olmayan türden bir kaptandı, çünkü oyunuyla çok yüksek sesle konuşuyordu.
Kendimi asla doğrudan onunla karşılaştırmak istemeyecek olsam da: “çünkü dürüst olalım kimse yaklaşamaz” bunun bir kısmını kopyalamak istiyorum. Ama aynı zamanda herkese Roma’nın ne anlama geldiğini açıklamaya çalışıyorum.
Her gün takım arkadaşlarıma bu kulübün ne olduğunu anlatıyorum. Taraftarlara, şehre, insanlara. Yetenek fabrikası değil. Daha büyük bir kulübe giden yolda bir durak değil, çünkü daha büyük bir kulüp yok. Peki nedir? Lorenzo Pellegrini ne söyler:
“Söyleyebileceğim en iyi yol, basitçe şudur: Roma… Romadır!”
Okumaya devam et:
Kaynak: [1] – [2]